Subscribe Twitter Facebook

10 Ağustos 2014 Pazar

Şubat Sabahı



Kar olmuşum yağıyorum,
Kimse farkında değil..

Cahit Sıtkı

31 Aralık 2012 Pazartesi

Into the Wild / Özgürlük Yolu

Bu film özellikle seyahat severlerin bir numaralı filmidir. Çantamı sırtıma atayım, tek başıma, beş parasız gezineyim oh ne rahat zihniyetindeki insanlar için özellikle. Tek başına doğada yalnız... Bu bazı kişilerin hayali olabilir, ki film de -sonuna kadar- bu hayalinin peşinden giden Alex üzerine..
Ama benim asıl paylaşmak istediğim, bu filmin en populer olmuş sözü üzerine. Lord Byron'dan alınmış şiir şu şekilde bitiyor: 'İnsanı daha az sevmem ama doğayı ondan çok severim'. Bu filmle ilgili yapılan her paylaşımda mutlaka bu söz geçer.
Ben ise esas oğlanın en sonda kitaba yazdığı şu cümleyi yani bu filmi anlatan asıl cümleyi paylaşmak istiyorum..

   Fazla söze gerek yok..


28 Aralık 2012 Cuma

5 Film 1 Oyuncu: Leonardo Di Caprio


Mark Ruffalo ile başladığım seriyi Leonardo ile devam ettiriyorum. Kendi top 5'imi hazırladım, ki tekrar söylüyorum bunlar filmler için değil oyuncu için geçerli olan top 5'dir. Bu sıralamayı yapmak benim için çok sıkıntılı oldu, çünkü bir türlü karar veremedim, meğer Leonardo neymiş ya :V Özellikle Body of Lies gönlümün 6.sırasında :V
 Peki sizce Leonardo'nun en iyi filmi hangisi?

5. The Departed (Köstebek) : Billy Costigan - 2006

4. Inception (Başlangıç) : Cobb - 2010

3. Blood Diamond (Kanlı Elmas) : Danny Archer - 2006

2. Catch Me If You Can (Sıkıysa Yakala) : Frank William Abagnale Jr. - 2002

1. Shutter Island Zindan Adası) : Edward 'Teddy' Daniels - 2009



27 Aralık 2012 Perşembe

Günün Şarkısı

Don McLean: Vincent

Sizinde dinledikçe dinleyesiniz gelmiyor mu?..

Hamlet

Hamlet'i en son yıllar yıllaar önce televizyonda Mel Gibson'ın oynadığı uyarlama olarak izlemiştim. Haliyle çoğu şeyi unutmuşum. Geçen gün David Tennat'ın Hamlet'i canlandırdığı uyarlamayı izledim. Film 3 saat sürüyor ve bir iki sahne hariç aynı mekanda geçiyor. Tiyatro havasında çekilmiş, diyaloglar bire bir uyarlama olmuş bir film. Ancaakk şöyle bir özelliği var ki bu filmin, dönemi belli değil! Kıyafetler günümüz kıyafetleri ama konuşmalar ve olaylar eskiye ait. Neden böyle bir yol seçtiler hiç anlayamadım, hatta araştırdım yine bulamadım. İşin garip yanı; galiba hiç kimse bu olaya takılmamış.

Filmin konusunu anlatmaya gerek yok herhalde. Dediğim gibi film 3 saat, ama hiç sıkmıyor. Ben bunu hemen David Tennant'ın muhteşem oyunculuğuna bağlıyorum elbette. Sonuç olarak izleyin, izlettirin..






Bu filmi izledikten sonra bir de üstüne Doctor Who 3.sezon 2. bölüm olan 'The Shakespeare Code' isimli bölümü izlemenizi şiddetle tavsiye ederim :))





14 Ekim 2012 Pazar

Midnight in Paris / Paris'te Geceyarısı



Woody Allen filmlerini beğenenlerden misiniz? Ozaman mutlaka bu filmi de kaçırmayın.. Geç kalmış bir yorum olacak benimki belki, çünkü 2011 yılına ait bir filmden bahsediyoruz ve özellikle izlemek isteyenler zaten çoktan izlemiştir. Öyleyse benim şu anki kitlem Woody Allen filmleri ile henüz tanışmamış ve ya fazla takip etmeyen kesim olacaktır. 


Owen Wilson'ın oynadığı başroldeki gencimiz şımarık sevgilisi ve onu aratmayan ailesiyle birlikte Paris'e gelmiştir. Yazar olan Gil, 1920'lerin Paris'ine o dönemin sanatına hayrandır ve bir gece yarısı kendini 1920'lerin Paris'inde Firzgerald'ın, Hemingway'in, Picasso'nun ve daha nice dönem sanatçısının arasında bulur. Gündüzleri 2010'u yaşarken geceleri 1920'lere dönmek onun neyi istediğini (belki de hangi kadına aşık olduğunu) sorgulatmaya başlamıştır. 


Her zaman bir film yapsam bu filmin mutlaka sıradan olmayacağını içinde fantastik ögeleri de barındıracağını söylerim. Aşkın 500 günü gibi Paris'te Geceyarısı da masalla gerçeği o kadar güzel harmanlıyor ki bize de hayran hayran izlemek düşüyür. Paris'i bir belgesel gibi izleyebilir, filmin kurgusunun sizi alıp bir hayal dünyasına götürmesine izin verebilirsiniz.. İzleyiniz, izlettiriniz..


Filmden küçük bir diyalog:
G: Ama şu adamlara bak, onlarında altın çağı Rönesans. Onlar Belle Epoque’yi Titian ve Michelangelo ile beraber resim yapmaya tercih ederler. Ve diğer ikisi de muhtemelen hayatın Kubilay Han zamanında daha iyi olduğunu düşünüyorlardı. Şimdi farkına varıyorum, cılız olsa da farkına varıyorum. Gördüğüm rüyadaki kaygımı anlayabiliyorum.
A: Hangi rüya?
G: Geçen gece bir rüya gördüm, daha çok bir kabustu, antibiyotiğim bitmişti, dişçiye gittim ve dişçide hiç novokain kalmamıştı. Anlıyor musun? Bu insanların antibiyotikleri yok.
A: Sen neden bahsediyorsun?
G: Adriana, eğer burada kalırsan bu senin şimdiki zamanın olur ve kısa süre sonra başka bir zamanın hayalini kurmaya başlarsın. O zaman “altın çağ” sanarsın. Yani, sonuçta şimdi ki zaman seni tatmin etmez, çünkü zaten hayatın kendisi tatmin etmez..


ve Dali ancak bu kadar güzel canlandırılabilirdi galiba..

9 Ekim 2012 Salı

Downton Abbey

Krakow'da her akşam bir film izleyelim derken, benden dahice bir fikir çıktı: Neden bir diziye başlamıyoruz? Merve'nin Merlin, benim de Doctor Who hayranı olduğumuz düşünülürse en mantıklı iş bir ingiliz dizisi olacaktı. Ve Merve Downton Abbey'i buldu. Bu diziyi o kadar çok duymuştum ki eski bir dizi zannediyordum, oysaki 2010'da yayınlanmaya başlamış. Biz bir haftadan kısa bir süre içinde birinci sezonu bitirdik. Mary Mathew'un evlenme teklifine ne cevap verecek sorusuyla yatıp Mr. Bates'in gizemi ile kalkar olduk.


Downton Abbey bir dönem dizisi; ilk sezon 1912-1914, 2.sezonu 1916-1919 ve 3.sezonu 1920 yıllarında geçmekte. Downton Malikanesi'nde yaşayan Crawley ailesi ve geniş bir çalışan kadrosunun yaşamları üzerine kurulu.


Dönem 19.yüzyıl sonrası 20.yüzyıl başı gibi ilginç bir dönem olduğundan hem eski kafalı aristokrat anlayışı hem de elektriğin ve telefonun gelişi gibi gelişmelerin 19. yüzyıl kafasındaki ingilizlerde etkisini görebiliyorsunuz. Dizide hem Jane Austen romanlarının hissiyatı hem de Agatha Christie romanlarındaki savaş dönemindeki İngiltere görüntüsü var ki iki dönemin ortalarında kalıyor yaklaşık olarak. Eskiyle yeni arasında kalmış hal İngiliz karakteriyle birleşince oldukça ilginç bir olmuş. Bu diziyi izlerken yanlış zamanda yanlış yerde doğmuşum diyorum; insanların kibarlığı, şıklığı beni benden alıyor..


Downton Abbey 'dünyanın eleştirmenlerce en çok beğenilen televizyon şovu' olarak 2011 yılı Guinness Rekorlar Kitabı'na giren bir dizi. Bunun dışında ödüllere aday olma ve bunları almada da oldukça başarılı. 2011 Emmy Ödülleri'nde aday olduğu 11 dalın 6'sında (En iyi mini dizi, En iyi mini dizi yönetmeni,senaristi, yardımcı aktrisi, kostüm ve sinematografi) ödül almanın yanında 2012 Altın Küre Ödülleri'nde de 'En iyi mini dizi' olarak seçildi.

Benim favori çiftim: Mr. Bates ve Anna


 
Powered by Blogger