Subscribe Twitter Facebook

26 Aralık 2011 Pazartesi

60's

60'ların modasına bayılıyorum. Herhalde dünyanın gelmiş geçmiş en zarif modasıdır. İşte birkaç örnek;







Knock Knock

Bazen bir oyunu oynamak bu kadar kolaydır..





25 Aralık 2011 Pazar

Yağmur Altında Yürüme Sorunu

Filmlerde, reklamlarda, dizilerde hatta kliplerde bile romantik bir olaymış gibi gösterilen 'yağmur altında sevgiliyle elele yürüme durumu' aslında hiç romantik değildir!


 Geçen gün okuldan kursa giderken deli gibi yağmur yağıyor şemsiye, şapka ve bere gibi başımı koruyacağım hiçbirşey olamdığı için başımı öne eğip yürümek zorunda kaldım. Zaten dikkat ederseniz şemsiyesi olmayan insanların başı öne eğik koşma temposunda yürüdüğünü görürüz ki bu yüzden çoğu insan çarpışır. Neyse etrafıma bakınıyorum sevgililer gördüm bu romantik anı yaşama çabasında olan. Ama okadar üzüldüm ki anlatamam. Altyapının felaket olduğu Ankara'da bata çıka yürümeye çalışırken yoldan geçen arabaların sıçrattığı sudan koruma çabası içinde olan, ısrarla elindeki şemsiyelerini açmayan, buz gibi havada sırılsıklam olan bu çiftlere akıl erdiremedim.Hele kadın için durum daha da acıklı bir hal alıyor çünkü makyaj denen bir hadise var ki; insanın tam karşısından gelen felaket yağmur damlaları ve saçdan akan sular makyajı katleder.

Kısacası; yağmur yağıyor ve başını kapatacak birşeyin yoksa başını öne eğip koşaraktan yürümeye mecbursun! Soğuk havalarda Ankara'da olmaz yağmur altında elele yürüme işi. Düşündümde hava koşulu, yer vs farketmez. Yağmur altı romantik bir durum değildir. Etkilenmeyin filmlerden.. Filmlere uygun olan yağmur altında ağlama durumu olabilir tabikide. Ki sizde kabul edersiniz bu da hiç romantik bir durum değildir...

5 Aralık 2011 Pazartesi

En Güzel Yılbaşı Filmleri

Yılbaşı yaklaşsa da, henüz yeni geçmiş olsa da yılbaşını konu alan filmleri çok severim. Zaten her zaman noel temalı filmler romantik-dram ikilimindedir. Aslında yılbaşı ağacından bile hoşlanmayan ve hemen hemen hiçbirzaman yılbaşı kutlamasına gerek bile duymayan ben, ilginçtir ki bu filmleri seviyorum. Hele dışarda kar varsa, elinizde sıcak çikolatayla izlemenin tadına doyum olmaz.. Şimdiden birkaç güzel noel filmini sizinle paylaşayım dedim :)

          Her nekadar direk noel temasını işlemese de kalbimin birincisi The Holiday - Tatil

                                                          Serendipity - Tesadüf

Love Actually - Aşk Heryerde

Sleepless in Seattle - Sevginin Bağladıkları

                                           Bridget Jones Diary - Bridget Jones'un Günlüğü


19 Ekim 2011 Çarşamba

PARADISE

Hayat devam ediyor, gittikçe zorlaşıyor
Tekerlek kelebeği eziyor..

Gecenin içinde, fırtınalı bir gecede
Gözlerini kapadı..

Ve cenneti düşledi..



16 Eylül 2011 Cuma

Günün Şarkısı


                                                       http://fizy.com/tr#s/12ewqf

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Perfect Sense / Yeryüzündeki Son Aşk


Son zamanlarda sinemalarda ya hiç güzel film yok ya da ben rastgelmiyorum.Bu film ilgimi çekti, en yakın zmanda da izlemek istiyorum. Filmin konusu ise kısaca şöyle: Film; tüm dünya tuhaf bir salgının pençesindeyken yaşanan bir aşk öyküsüne odaklanıyor . Filmde tüm dünyayı sarıp sarmalayan bir salgın var. Bu salgın yüzünden insanlar bazı duyularını (koku veya tat alma gibi) kaybediyor ve salgının nasıl yayıldığı vs. bilinmiyor. Filmin odağında ise birbirine aşık iki karakter var. Biri şef Michael (Ewan McGregor), diğeri ise epidemiyolojist Susan (Eva Green). Susan, bu salgının nedenlerini araştırıken Michael’ın insanlar tat alma ve koku gibi duyularını yitirdikçe yeme-içme deneyiminden uzak kalmamaları için bir çözüm üretmesi gerekiyor. Salgın vahim bir hal aldıkça, karakterler birbirlerine daha da yakınlaşıyorlar.Filmi izledikten sonra uzun uzadıya bir yorum da yazarım ama şimdilik bukadar..

11 Ağustos 2011 Perşembe

Okuyun: Araf


" kim gerçek yabancı- bir ülkede yaşayıp başka bir yere ait olduğunu bilen mi yoksa kendi ülkesinde bir yabancı hayatı sürüp, ait olacak başka bir yeri de olmayan mı? "

9 Ağustos 2011 Salı

Deli Deli Olma


Tarık Akan ve Şerif Sezer'in başrollerini oynadığı bu filmi izleyin.. Kar altında, bembeyaz olan Kars ve buranın küçük bir köyünde yaşayan sımsıcak insanları görmek için izleyin.. Antika bir piyanonun herkes için nasıl farklı anlamlar taşıyabileceğini anlamak için izleyin.. Telefon başında, çalmasını bekleyerek geçen bir ömürü izleyin bu filmde.. Tarık Akan'ın muhteşem oyunculuğuna bir kez daha tanık olacağınız bu filme; kahkahalarla gülüceksiniz, hüngür hüngür ağlayacaksınız.. Kısacası mutlaka izleyin..


-sizin köyün neyi meşhur?
-insanı.
-nasıl yani, nasıldır sizin köyün insanı?
-ciğerlidir.
 






6 Ağustos 2011 Cumartesi

Afrika'ya Yardım


 
Somali, Kenya,Etiyopya ve Cibuti'de son 60 yılın en büyük kuraklığı yaşanıyor. Somali'de son 90 günde açlık nedeniyle 5 yaşın altında 29 binden fazla çocuk ölmüş! Anneler çaresizce çocuklarının ölümünü seyrederken, bizler ne yapıyoruz? Şimdi Afrika'ya yardım zamanı! Sadece 5 TL göndererek bu yardımda bizimde bir tuzumuz olsun..
 
YARDIMLARINIZ İÇİN:


- T.C. DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI:

1 Ağustos’tan itibaren başlayacak olan uygulama ile bütün operatörlerden AFRIKA yazıp 5601’e gönderilecek olan SMS’ler 5 TL karşılığında olacak, 3 SMS gönderildiğinde bir fitre bir iftar parası verilmiş olacaktır. Ümit ediyoruz ki fitrelerimiz ve iftarlarımız uzaklarda hayata tutunmaya çalışan canlara ab-ı hayat olacaktır”.

- TÜRK KIZILAYI

Türk Kızılayı Bağış Yöntemleri
Yardım kampanyası hakkında detaylı bilgi almak ve bağışta bulunmak isteyen vatandaşlarımız, Türk Kızılayı’nın ücretsiz bilgi ve bağış hattı olan 168’i arayabilecekler. Yardımseverler, kampanya için özel olarak açılan banka hesap numaralarından ve Türk Kızılayı’nın resmi internet sitesi, www.kizilay.org.tr adresine girerek bağışta bulunabilecekler.
Banka: Tüm bankalardaki Türk Kızılayı hesabı
Telefon: 168 ücretsiz bağış ve danışma hattı
PTT: 2868 numaralı Türk Kızılayı posta çeki
Kızılay: Tüm şubeler
SMS yoluyla: Tüm operatörlerden 2868’e boş mesaj atarak 5 TL’lik bağış yapılabilir.
Türk Kızılayı Mutfak Seti+Gıda Kolisi bağışı için: 200 TL’lik bağış ile 5 kişilik bir ailenin bir aylık ihtiyaçları karşılayabilirsiniz.
Ayrıca her türlü ayni bağış için 168 ücretsiz bağış hattımızla irtibata geçebilirsiniz.


- İNSAN HAK ve HÜRRİYETLERİ VAKFI (İHH)

AFRIKA YAZ 3072' ye gönder 5 TL BAĞIŞLA

- İHH BANKA HESAP NUMARALARI:

Ziraat Bankası (TL) : 2124994-5007
Türkiye Finans (TL) : 327930-1

- KİMSE YOK MU DERNEĞİ

TURKCELL, VODAFONE VE AVEA tüm hatlardan “ACLIK” yazıp 5777`ye SMS göndererek, 5 TL bağışta bulunabilirsiniz.

-AFRİKA yaz 5601 - (Diyanet)
-AFRİKA yaz 2868 - (Kızılay)
-AFRİKA yaz 3072 - (İHH)
-ACLIK yaz 5777 - (Kimse Yok Mu?) 'ye gönderin,yakınlarınızı da hayra teşvik edin! (Tüm operatörler için geçerlidir)



4 Ağustos 2011 Perşembe

Sonbahar

Sanat filmleri benim için 2'ye ayrılır. Birincisi sıkıntıdan başka hiçbir anlamı olmayan filmler, ikincisi ise beni derinden etkileyen filmler. Sonbahar ise bambaşka yerde. Bir kere herşeyini geçtim. Karadeniz var bu filmde. Hayran olduğum, hatta bayıldığım yaylalar var, eşsiz dağ manzaraları ve tabiki sis var, yağmur var.. Eee bu müthiş doğanın üzerine koymuşlar kanser hastası adamın dramınıtam olmuş. Zaten ben hep derdim bu yaylalar adama yaşam enerjisi de verebilir, intihar nedeni de..


Ben filmi beğendim. Ekşi sözlükteki şu yorumda tam benim hislerime tercüme olmuş, tekrar yazmaya gerek duymadım:
 ''unutulmaz bir film, unutulmaz bir son. yusuf'un sessizliğindeki acı ve inat, ona reva görülenlere duyduğumuz öfke, gürcü kız eka'nın hüznünde saklı olan hayal kırıklıkları, yusuf'un annesinin duru sevgisi, elekten geçirdiği sütü, yemeğini, misir ekmegini pişirdiği kuzinesi, bahçesinde üzerine karlar yağmis hurma ağacı, yaylada karlar altında kurulan çilingir sofrasi, mikail'in enerjisi, iyimserliği altında yatan hayatı böyle kabullenişinin acısı, karadeniz'in kasabalarında denizden batan güneşin kızıl ışığı, köylerinde yol kenarlarında dolmuş bekleyen amcaları, onların tanıdık aksanları, onların bildik sitemleri, o şehirlerin yalnız erkeklerinin ve öteki kadınlarının gidebildiği meyhaneleri, yağmuru, deli karadeniz'in deli dalgalari, onur'un bisikleti, onur'a bu bisikleti yağmurdan, soğuktan, ölümünden hiç kaçmayan yusuf'un götürüşü, ve tabutu ve yusuf'a yakılan ağıt.... hepsinin yükü o kadar ağır ki, hepsinin hüznünde öyle güzel bir şey var ki..''


Ve son olarak elbette o ağlatan ağıt: http://fizy.com/#s/3gq7ch

Bir de unutmadan yazayım; filmin ta en başında Yusuf Artvin'e giderken fonda Hey Gidi Karadeniz çalar ağı ağır.. Nasıl da özletir o yolları.. :(

3 Ağustos 2011 Çarşamba

kelimeler..


‎"Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler, ağzına dolar insanın; sussan acıtır, konuşsan kanatır..."

1 Ağustos 2011 Pazartesi

The King's Speech / Zoraki Kral

Uzun zaman oldu bu filmi izleyeli, nezamandır da yazmak istiyorum ama bir türlü olmadı işte. Başta en iyi film oscarı olmak üzere ödülleri toplayan bir filmdir. Colin Firth'ün de eline sağlık o nasıl bir oyunculuktur ölee yarappimm..


Filmin konusunu duymayan kalmamıştır heralde ama çok kısa bir özet geçmek gerekirse: Kral 6. George kekemedir, babası ölünce taht abisine kalır ancaak abisi de sevdiği kadın için tahtı terkedince iş başa düşer ve bundan sonrası da psikoloğun yolları taştan.. Tabi 2.dünya savaşı dönemi olduğu ve karşısında Hitler gibi çok iyi bir hatip olduğu için George'un işi epey zordur.


''madem kralım nerede benim gücüm? bir hükümet kurabiliyor muyum? bir şeye vergi koyabiliyor muyum, savaş ilan edebiliyor muyum? hayır! yine de en yetkili makamda oturan benim. neden peki? çünkü halk, konuştuğum zaman onların adına konuştuğuma inanıyor. ama ben konuşamıyorum!''


Sizler için araştırdım ve gerçek kral 6. George'u buldum efendim -şok-. İşte sizlere filmin başında kralın stadyumda yaptığı konuşmanın gerçeği!


Bu arada ben filmi çok beğendim. Sakin bir film..iyi seyirler..

17 Haziran 2011 Cuma

Damien Rice Aşkına

Dinlemekten bıkmıyorum ve bir türlü bırakamıyorum ben bu adamın şarkılarını. Kendisinin İrlandalı olması +10 ekler karizmasına ki zaten sesi ne kadar dinlenesiyse, kendisi de okadar seyredilesidir. Aslında 'günün şarkısı' olan başlığı değiştirmeden edemedim. Eee tabiki fotosunu da paylaşmadan..

Önce en sediğim şarkısı gelsin:  http://fizy.com/#s/1mxsq6



Not: Merve bu adam Tom'a mı benziyor yoksa bana mı öyle geliyor :D

The Social Network / Sosyal Ağ

Dün akşam Fatmagül'ü izlemek için gittiğim Fatmagül'lerde dedik bir de film izlyelim. Ne izlesek ne izlesek derken inanılmaz derecede fazla olan filmlerin içinden aldım çıkardım bu filmi ve işte bu dedim!

Vizyona girdiği günden beri izlemek istediğim bir film daha. Sınavlarmış, tezmiş derken bir türlü kısmet olmamıştı. En başından söyleyeyim ben çok beğendim filmi. Zaten büyük bir beklentiyle izlemiştim, kesinlikle beklentilerimi karşılayan bir filmdi. Ne yalan söyleyeyim ben David Fincher sinemasını pek sevmem. Dövüş Kulübü hariç diğer filmlerini bir türlü sevemedim. Ama bu film olmuş ve Davidciğim! Jesse Eisenberg'i de göz ardı etmemek lazım, adam artık benim için Mark Zuckerberg.


Filmin konusunu bilmeyen yoktur heralde. Mark Zuckerberg'in facebooku  kurması ve bu süreç içerisindeki başından geçen davalar.. Ancak şunu söylemek istiyorum ki bu film izleyip de Mark'a uyuz olmayacak bir insan evladı tanımıyorum! Çocuk son zamanlarda film sektöründe de popüler bir karakter olmaya başlamış, asosyal bir dahi! Big Bang Theory dizisinden fırlamış gibi.


Evet dediğim gibi Mark'a uyuz olmamak elde değil. En başta o garibim Eduardo'nun ne suçu günahı vardı da bütün payını aldın? Ki Eduardo; hem Mark'ın en yakın arkadaşı hem de facebook hesabına 1000 dolar yatırmış olarak facebookunda ilk yatırımcısıdır. Ama çocukcağızım ne yapsa yaranamadı hayatının darbesini yine dostundan yedi. Tabii filmin sonununda tekrardan kurucu üye olduğunu ve pay aldığını duymak beni canı gönülden sevindirdi. Kısacası Eduardo kazanınca hepimiz kazanmış olduk!


Ayrıca bir Winklevoss kardeşler var filmde benden içeri yani.. Cast ekibini kutlamak gerekir bu yüzden, gözümüz gönlümüz açıldı sayelerinde. Ve gerçek Winklevosslara da inanılmaz benziyorlar. Ama bu asilzade Harvardlılar sonuna kadar haklıyken, filmde biraz şapşalca gösterilmişler. Mark bunların fikirlerini çalıyor resmen, sonra da  'madem sizin fikrinizde siz yapsaydınız, zeki olan benim' diye pişkinlik yapıyor. Tamam Winklesvoss'ların kimsenin parasına ihtiyaçları yok, maaşallah Amerika'nın yarısı onlarınmış gibi halleri var ama entellektüel fikir hırsızlığı yapıyorsan -ki yaptı- adamların parasını vericeksin Markcığım! Öyle heryere terlikle gitmeler, okulu bırakmalar, parayı önemsemiyormuş gibi gözükmelerle olmaz bu işler..


Mark Zuckenberg filmi izlememiş ancak Eduardo Saverin filmin eğlenceli ancak gerçekleri yansıtmadığını söylemiş. Sizler için bir de aradım araştırdım filmdekilerin bir de gerçeklerini de buldum. Böylede araştıramacı bir kişiliğim işte, kahretsin :l Bu arada tabiki de izleyin ve izlettirin..







15 Haziran 2011 Çarşamba

Leap Year / Aşka Yolculuk

İzmite gelmeden bir gün önce Merve ile birlikte 2 tane romantik komedi film izleyerek kendimizi aştık sanırsam. Bunlardan biri de Leap Year filmiydi. Doğrusu ben filmi pek beğenmedim ve biraz basit geldi. Yönetmeni senaristi falan sağolsunlar her türlü klişeyi kullanmışlar filmi yaparken. Amy Adams'ı eskiden beri çok beğenirim, Matthew Goode'in oyunculuğunu fazla abartılı bulsamda birbirine yakışan bir çift olmuşlar.


Gelelim yorumlarıma; daha öncede dediğim gibi Declan rolundeki Matthew Goode'in oyunculuğunu beğenmedim. Ama o mükemmel irlanda aksanı kötü oyunculuğunu görmemi biraz engelledi diyebilirim. Filmde bütün klişeler gidişat sırası bozulmadan yerine getirilmiş. Esas kızımız titiz, marka bağımlısı ve elbetteki New York'da yaşayan bir emlakçı, bir de esas kızımızın inanılmaz gıcık kardiyalog bir nişanlısı var. Özellikle kardiyalog olduğunu belirttim, çünkü Anna'ya nişanlın nasıl biri dendiğinde tek söylediği şey: O bir kardiyalog!


Nişanlısı bir iş için İrlandaya gidince artık canına tak eden Anna, 29 Şubatta,yani artık yılda, İrlanda'da kadınların erkeklere evlenme teklif ettiğine dair bir İrlanda geleneğini duyunca, iyice gaza gelir ve İrlanda'ya gitmeye karar verir. Tabiki kötü hava şartları yüzünden Dublin yerine Galler'de inen uçak , Anna'nın bütün planlarını bozar ve ne pahasına olursa olsun Dublin'e gitmeye inat eder. Veee burda Declan ( en başlarda asi irlandalı, sonlara doğru romantik prens olan esas oğlanımız) sahneye girer. Anna'nın her yönden tersi olan Declan , yanlış hatırlamıyorsam Dingle diye bir yerde bar - otel karışımı bir yer işletmektedir ve barını kurtarmak için paraya ihtiyacı vardır. Anna onu Dublin'e götürmesi için Declan'a para teklif eder ve senaryoya yol hikayesi de dahil olmuş olur.


Bütün romanik-komedilerde olduğu gibi bu filmde de muhteşem şehir/köy manzaraları var. Yerde İrlanda olunca sırf İrlanda'yı izlemek için izlenebilir. Ancak Declan'a sinir olmamak mümkün değil kızı perişan etti heryerde, sonra birden bire romantik adamın teki oldu çıktı. Louis Vitton bavul esprisi ise ilk yapıldığında gayet komikti ama 20 kere yapılınca kabak tadı vermeye başladı.


Sonuç olarak inandırıcı bir film değil , romantik komedi için bile. Kadının adama aşık olması normaldir, ancak ve ancak bu aşk uzun sürmez, kadın 2 ay sonra sıkılır New York'una geri döner. Öyle sonsuza kadar mutlu yaşadılar olayı bu filmde sökmez. Canınız çok sıkılırsa izleyin bence, başka türlü pek çekilmeyebilir. Ama benim gibi İrlanda'ya ve İrlanda aksanına aşıksanız nedensizce izleyebilirsiniz..


Black Swan / Siyah Kuğu

Natalie Portman'a en iyi kadın oyuncu oscarını kazandıran bu filmi vizyona girdiği ilk günden beri merak ediyordum. Şans eseri arkadaştan buldum cdsini ve yurtta izlemeye başladım. Ruh halimden mi bilinmez inanılmaz sıkıldım, bunaldım falan. Hatta 'bu ne yaa iyi ki sinemaya gitmemişim, daha da izlemem' diye laflar bile ettim.


Eh Allah'ın sopası yok sevgili okuyanlarım; yurtta sıkıntıdan patladığım, sınavların bittiği, internetin olmadığı, iki çift kelam edeceğim arkadaşımın bulunmadığı bir günde black swan'i tekrar izlemeye karar verdim. Öncelikle çok direndim hatta kasımdaki KPDS sınavı için kelime mi çalışsam falan diye saçmaladım bi an. Neyse açtım izliyorum, -dedim ya- heralde ruh halimden olsa gerek geçen seferde çok sıkılarak 15 dk dayandığım bi film bu sefer hiç sıkılmadan bir çırpıda izledim. Ve asıl enteresan olanı da beğendim..


Filmi uzun uzadıya anlatmayacağım tabiki de, ama filmle ilgili bazı diyecekelerim olacak elbet.. Öncelikle kızım Nina filmin en başında ben anladım sendeki sorunu sen niye gözardı ediyosun? Hayır yani parmağının tamamının derisini soyuyorsun, acıdan kıvranıyorsun sonra bir bakıyorsun meğer hiç bir şey yokmuş. Bana böyle bir durum olsa ağlayarak en yakın hastaneye koşarım, sen hayatına olduğu gibi devam ediyorsun. Mükemmellikle kafayı bozmuşsun iyi hoş da, o evde kim yaşasa kafayı yerdi. Evde ne internet var, ne TV var, ne bi kitap okuduğunu gördüm, ne de gazete.. Annenin pastayı çöpe atma sahnesinde zaten psikopat olduğunu anladık ama o da ne yapsın bir kızı var ki; sırtını falan çiziyor durup dururken, yok önüne gelene aşık oluyor. ( Vincent Cassel'in de hakkını vermek lazım, kız aşık olmak da haklı)


Sonra Nina'cım; kafayı bozmuşsun en iyi ben olucam diye, sorunlar da var belli, şizofreninin dibine vurmuşsun ama çok mıy mıy bir tipsin napıcaz biz seninle. Ancak sorun ediceğin kızı da iyi biliyorsun. Lilly midir nedir, fantezilerine kadar soktun kızı ama herşey onun başından çıktı belli. Filmin en sinsi karakteriyti yeminlen. Nina'ya o hoca beş para etmez diyorsun, 10 dk sonra hop adamın koynundasın. Nina gösteri gününe gelince hani ben olucaktım diye çirkefleşti, Nina güzel dans edince hemen odasına 'ay çok güzel dans ettin hayran kaldım' demeye geldi. Her nekadar Nina'ın bozuk ruh sağlığı nedeniyle Lilly'i de çözmek çok zor olsa da, ben anladım o kızdan hayır gelmez.


Sonuç olarak özellikle filmin son yarım saati kesinlikle izlenmeye değer. Siyah kuğuya dönüşme sahnesinde Natalie Portman'a oscar verilmesinin nedenini anlıyorsunuz. Ayrıca bana göre filmdeki cinsellik ve korku unsurlarından dolayı +18 olması gereken bir film. Ben bazı sahnelerde cidden tırstım yani.. Bu filmi izledikten sonra içinizdeki siyah kuğuyu düşünebilirsiniz uzun bir süre.. İzleyin diyorum..

6 Haziran 2011 Pazartesi

13 Şubat 2011 Pazar

izlemeyin okuyun : eat pray love


yine aynı şeyle karşı karşıya olduğumu filmin 5.dksında anladım. okuduğun kitabın filminin tam bir hüsran olması.. iyi oyuncular, mükemmel yerler ama bir şey eksik iştee. en büyük eksiklik de herşeyin apar topar anlatılmaya çalışılması bunun sonucu da kadının neden italyaya gittiğini, nasıl aşık olduğunu ve daha bir sürü şeyin anlaşılamaması.. filmin en eğlenceli kısmı kitapta da olduğu gibi italya bölümüydü. ama kitaptakinin suyunun suyu gibiydi çoğu şey gibi o bölümde..


 hele bali kısmına hiç değinmiyorumm.. benki kitabı okurken bali'ye aşık olmuştum evet filmde de bali'ye aşık oldum ama o bali'nin kendi aşıkolunabilitesinden kaynaklandı.. oyy oyy neyse film muhteşem italya ve bali manzaraları için izlenebilir yine de ama senaryo açısından çok fazla beklentiniz olmasın..gezi kitaplarını seviyorsanız şayet, bu kitaba bayılacaksınız..ilk sayfalar depresif içeriği yoğun olduğu için sıkılabilirsiniz ama dayanın devamı gayet güzel.. kısacası kötü film, iyi kitap..

12 Şubat 2011 Cumartesi

letters to juliet / aşk mektupları

son zamanlarda izlediğim en samimi, kaliteli romantik film..romantik komedi değil ama çoğu romantik filmin olduğu gibi dram dozunu abartıp baymıyor da..


sophie newyork da yaşayan hayatımda ilk kez duyduğum bilgi doğrulayıcı adlı bir işe sahip olan esas kızımızdır. nişanlısı victor ise ( ki bu role adeta döktüren, kendine o müthiş gülümsemesi ve aksanıyla gael garcia bernal cuk oturmuş! ) yeni bir restorant açma hazırlığında olan heyecanlı bir aşçıdır. sophie ve victor erken balayı için italya'ya gitmeye karar verirler. işte film asıl burdan sonra başlar.. birbirinden güzel italya manzaralarını izlemeye hazır olun! neyse; victor yeni restorantı için kah peynir bakmaya kah şarap tatmaya gitmek ister ve sophie'de bu gezilere gönülsüzce katlanır..


birgün victor yine araştırma sırasındayken sophie tek başına şehri dolaşmak ister. bir bahçeden ağlayan kadınların çıktığını görünce merak edip içeri girer. bir duvar dolusu yazılı kağıt vardır, içeri kalabalık herkes juliet'e dileğini yazıp duvara asmaktadır. o da oturur bi köşeye eline defterini alır düşünmeye başlar. o sırada etraf yavaşça boşalmaya başlar ve bi kadın gelip notlar toplar, sepetine atıp gider. sophie bu kadını takip ettiğinde 4 tane kadına ulaşır bunlar juliet'in sekreterleridir. isteklerini ve ya sorularını yazan herkese cvp verip adreslerine göndermektedirler. ertesi gün sophie'de onlara katılır ve taşın arasından yaklaşık 70 yıl önce gönderilen bir mektup bulur. bu mektup claire adında bir kadına aittir. claire, lorenzo bartolini adında italyan bir adama aşık olduğunu ama ingiltereye dönmesi gerektiğini anlatıp ne yapması gerektiğini sormaktadır. mektuba geç kalmış cevabı sophie yazar ve gönderir. bir hafta sonra claire torunu charlie ile italyadadır ve tek amacı lorenzo bartolini'yi bulmaktır. veee italyanın enfes yerlerine yapacakalrı bu yolculuğa sophie de katılır.


uzun uzun yazdım ama asıl film bundan sonrası diyebilirm..çok güzel bir sonu var üstelik..ayrıca sophie'nin claire'e yazdığı mektuba da bayıldım. ailecek izlenebilecek güzel bir film..kısacası izleyinn izlettirinn :D
 
Powered by Blogger